Geçenlerde işletmesini yeni kurmuş, tek bir çalışanı olan bir arkadaşım, “Bu içerik pazarlama denilen şey, sadece büyük işletmeler için mi, ben yapamaz mıyım?” diye sordu. Ona hemen mahalle bakkalımın eğer bir gün içerik pazarlama yapacak olsa, hepimize duman attıracak stratejisinden söz ettim.
Benim mesleğin anlatımı biraz sıkıntılı. Eskiden “gazeteciyim” diyor, geçiyordum. “Bizim apartmanın önündeki çöpleri almıyorlar, bi yazıversen” demesinler diye de, hemen arkasından “İstanbul eki’nde değil ama..” diye ekliyordum sorununu o an çözemememin verdiği ezik bir bakışla. Şimdi neyse ki iki işim var. İçerik pazarlamayı ne yapsam da anlamayacak olan teyzelere “yemek fotoğrafçısıyım” diyorum. En fazla “Gel benim yemeklerimi de çek, bir dolma yaparım parmaklarını yersin” diyorlar, benim de işime geliyor. İşe biraz daha yakın gördüklerime ise markalar için yazı yazıyorum diyorum. İçlerinden “Neden ki?” diye sorduklarına eminim ama fazla uzatmamak için konuyu değiştiriyorlar.
Mahallemdeki bakkalla yine böyle ayaküstü bir sohbet sırasında, kendisini yeni bir mahallede hizmet vermeye başlamış, çok sadık bir müşteri kitlesi olan başka bir bakkalla rekabet eden biri olarak hayal etmesini istedim.
Ve sordum: O müşterileri kendine çekmek için stratejin ne olurdu?
Bakkal: Fiyatlarımı düşürürüm!
Ben: Bunu o da yapar.
Bakkal: Hijyene daha çok önem veririm, bilirsin kadınlar böyle tavlanır.
Ben: Bunu o da yapar.
Bakkal: Evlere servis yaparım!
Ben: Bunu zaten yapıyor o.
Bakkal: Diğer bakkal “Nasıl olsa onlar benim devamlı müşterim” deyip, müşteriyle ilgilenmiyordur. Ben kendimi yeni müşterilerime sevdirmeye çalışırım.
Ben: Nasıl?
Bakkal: Mesela tatlı dilli konuşarak. Sularına giderim. Futbol sevenle futbol konuşurum, yemeğe meraklıyla yemek. Öyle geyik şeyler değil ama. Gerçekten işlerine yarayacak şeyler söylersem beni severler ve benden alışveriş yapmaya başlarlar.
Ben: Ama iyi de bakkala gelen insanın o kadar zamanı yok ki, bir şey alıp çıkıyor hemen.
Bakkal: İşte tamam ben de o yüzden geyik yapmam, işlerine yarayacak şeyler söylerim diyorum, çünkü zamanları az ama benim de onları bir şekilde bağlamam lazım.
Bakkal amca işi çözmüştü. Böyle bir durumla gerçekten tek işe yarayan strateji, alakalı ve faydalı içerikler sunarak hedef kitleyi cezbetme, yani içerik pazarlama olabilirdi. Bugün gerçekte hala az sayıda markanın farkında olduğu şeyi, bakkal amca doğal olarak, kendiliğinden yapma içgörüsüne sahipti.
“Bizim blogumuz var, falancablog yazsaydınız google’da görürdünüz” diyen çok ünlü bir markanın “dijital pazarlama yöneticindenden daha vizyoner, “Bizim ürünlerimiz zaten satıyor ne gerek var başka bir şey yapmaya” diyen markalardan daha akılcıydı.
Bir blog’la başlar her şey
Gelelim arkadaşımın sorusuna. Onun nezih bir muhitte küçük ama şık bir mefruşat dükkanı var. Aslen iç mimar ve hedefi kendi adına bir marka yaratmak. Şimdilik ağırlıklı olarak parakendecilik yapıyor ve her parakendeci gibi satışları fazla değişken ve üreticiye yüzde yüz bağımlı. Peki bu arkadaşım hedeflerine ulaşmak için neler yapmalı? Birkaç kez dergilere ilan vermeyi denemiş ama hiçbir işe yaramamış. “Sadece param gitti, anlamıyorum ki insanlar evlerini yenilemiyor artık herhalde.” diyor.
İnsanlar evlerini yeniliyor tabii, hem de eskisinden daha sık. Eskiden kredi kartı taksit gibi şeyler yoktu. İnsanlar bu tür harcamaları ancak birikimi varsa yapıyordu. Bir de kumaşlar şimdiki gibi naylon karışımlı olmadığından çok daha pahalıydı.
Mesele bizim evlerini yenileyecek insanlara ulaşamamız.
Onların bizi fark etmemiş olması ve sadece o an vitrinin önünden yanında bir alışveriş sabatörü olmadan geçen, alışveriş havasında, kredi kartınında limit olan kadınların insafına kalmamız. Bunun olasığı arkadaşımdan aldığım bilgiye göre 50 de 1. Yani dükkanının önünden günde 200 kişi geçiyorsa 50’si vitriniyle ilgileniyor. 25’i içeri girip modellere bakıyor. 1 tanesi spariş veriyor. Bazen hiç satış yapmadığı günler de oluyor tabii.
Oysa İstanbul’da şu anda bile 100 bin kişi perde veya döşemelik kumaş arıyor. Bunlardan 50 bininin Anadolu Yakası’nda olduğunu, 20 bininin aktif internet kullanıcısı olduğunu, 10 bininin de, hadi tamam 2 bini olsun tam da bu nezih semtteki şirin mefruşatçıda satılan perdeleri arıyor olduğunu düşünelim.
Ama seni bulamıyorlar, çünkü içerik pazarlama yapmıyorsun.
Bir blog açsan, orada dekorasyon, perde ve döşemelik kumaşlarla ilgili güzel bilgiler, püf noktalar yazsan, zamanla güzel bir kitle oluştursan, sonra da bunu bir e-ticaret sitesine dönüştürsen, oradan online siparişler alsan fena mı olur?
İstistasız herkes bu önerimi, “iyi olur” diyerek yanıtlıyor. Gelgelelim asıl sorun içerik oluşturmada. “Nereden başlamalı, nasıl yapmalıyım, ben kompozisyon dersinden nefret eden bir öğrenciydim, hayatta yazamam” diyolar. Ben de onlara “Hiç denediniz mi ki?” diye soruyorum. Konuştuklarım genellikle çok okuyan kişiler ve eminim ki, bir kez bilgisayarın başına geçtiler mi, çoğu kendini “yazar” addeden blogger’dan daha iyi yazacaklar.
Arama motorları zaten sizden olağanüstü yaratıcı yazılar istemiyor ki! Başlığınızı tamamen insanların arama şekline göre oluşturacaksınız. Misal, yine perdeden gidecek olursak, “Çiçekli koltuklara nasıl perdeler gider? Eminim bir perde satıcısının bu konuyla ilgili söyleyecek çok şeyi vardır. İlk zamanlar uzun yazılar yazmakta zorlanırsa, galeri koyabilir, başka kaynaklardan çeviri yapabilir, ya da infografik hazırlayabilir. www.piktochart.com bu konuda harika bir seçenek! Üstelik şimdi Türk kullanıcıları için indirimli. “pikto17urkey” kodunu girerek, 58 USD’lik iki aylık üyeliği 17 USD’ye almak mümkün.
Bir blogla başlar her şey, sonra gerisi gelir. İş ki, süreklik arz etsin.
İçerik takvimi oluşturmak
Domein almak ve blog açmak dünyanın en kolay işlerinden biri. Giriyorsun http://themeforest.net/ ‘e birbirinden güzel seçeneklerden birini satın alıyorsun, aldığın dökümanlarla blogunu kendin de kurabilirsin ama zor iş dersen bunun için 100-150 TL’ye bu işi halledecek birilerini bulabilirsin. İşin zor kısmı hedef kitleyi sadık birer izleyici haline getirecek içerikleri oluşturmak. Bunun için bir “içerik stratejisi” oluşturmak gerekiyor. Bu stratejiyi oluşturmak için kendimize sormamız gereken sorular, varoluşumuzu sorgularken sorduğumuz sorularla neredeyse aynı! “Ben kimim, ne işe yarıyorum, neden bu işi yapıyorum, ben olmazsam ne eksilir, avantajlarım neler?”
Ve kilit soru: Hikayem ne, ne anlatırsam dinlenirim, okunurum, paylaşılırım?
Bazı sektörler için bu soruların cevabı daha kolaydır, bazıları için de daha zordur ama hemen herkesin anlatacak bir hikayesi vardır. Sadece biraz kafa yormaya bakar.
Üçüncü aşamada bütün bunları kağıda dökmek, konu başlıklarını çıkarmak ve o konuyla ilgili araştırmalar yapmak gerekiyor. İşte artık elimizde iyi kötü bir içerik takvimimiz var ve bloglamaya hazırız. Google der ki; haftada iki içerik girersen seni severim, üç içerik girersen daha çok severim ama dörtden fazla içerik girersen seni uçururum.
Elbette söz konusu içeriklerin bir yerlerden kopyalanmamış, işe yarar ve paylaşmaya değer olması gerektiğini söylemeye gerek yok. İşe kolayından başlayın. Google’a sorulan sorulara cevap vererek uzman konumlandırma yapın ve hedef kitlenizi sadık birer müşteriler haline getirin.
Ben bir google kullacısı olarak, süet ayakkabıma dökülen yoğurt lekesini nasıl temizleyeceğime dair önerilerde bulunan ayakkabı markalarını daha çok seviyorum ve inanın benim gibi en az 1 milyon kişi sayabilirim. İşte sizin müşterileriniz de bu sayının içinde.